30.04.2012

como beni milanolarda.

ya yazacak şeyler çoktur ya da yazacak bir şey kalmamıştır, işte tam bu anda çıkılan bir yol sonrası haftasonu ile soslanmış bir gezi yazısı çok iyi gelir. bu nedenledir ki rotamızı bu sefer güneye kırmıştı kaptan, uzun bir aradan sonra gönlümün gitmek istediği yönde ve "bir yaklaşık" ülkeye: italya'ya, milano'ya.

gezi yazısı diye başladım ama ne kadarı geziden bahseder ne kadarı başka konulara dalar bilmiyorum, atıyorum tutan haber versin. haydar ergülen "eylül" adlı şiirinde şöyle diyor: "bir gecede gittimdi hazirandan eylüle", biz de ise durum tersiydi: bir gecede gittik şubat'tan mayıs'a. mevsim normallerinin altında, geldiğini belli etmeyen almanya sözde bahar'ından como gölünün kıyısı'na vuran güneşin altında bulduk kendimizi. sokakların kirliliği, insanların rahatlığı, tekneleri kıyıya paralel duruşuyla aslında çok tanıdığımız bir sahil kentiydi orası. kıyıya vuran suları tuzlu değildi belki ama meydanındaki ağacın altına oturmuş yaşlı amcalar, teyzeler oldukça tanıdıklardı. george clooney ve michael schnumacher adlı zatlar da bu şirin kasaba ve göl kenarından etkilenmiş olacaklar ki onlar da birer yazlık almışlar bu muhitten. üzücü bir detay: fotoğraf makinemin pili bittiğinden como'dan benim gördüklerimi ne yazık ki sizlerle paylaşamayacağım ama milano ile iglili birkaç fotoğraf ekleyebilirim. henüz bakmadım o fotoğraflara da...

milano ise como yanında tabii ki gerçek bir şehir. como milanoluların kaçtıkları yazlık yer havasında daha çok. bir italyan şehri kaosunu içinde barındırıyor. kısa süre içinde sadece turistik yerlerini gezebildik aslında, o yüzden beylik laflara ve beylik tespitlere fazla yer vermek istemiyorum, çünkü onların da hepsi aslında benim için kulaktan dolma. bir futbol mabedi san siro'yu uzaktan da olsa selamladık, leonardo usta'nın elini öpüp bir çayını içme fırsatımız oldu, o da bize eskizlerini gösterdi. bir de kalenin bahçesindeki çimenlere uzanıp -benim lugatımda tatil anlamına gelen- güneş altında öğlen birası içtik ki demeyin keyfimize. gezi yazısı yemek tavsiyesiz olmaz: gidin milano'da panzerotti yiyin, içi çeşitli malzemelerle dolu pişi gibi bir şey, çok pahalı da değil. yerini tarif edemem ama meydanın oralarda insanların kuyruk beklediği bir yer görüyorsanız orası işte. onun karşısında da dondurmacı var, ordan da bi dondurma yiyin şahane işte. dondurmanın bir kültür olduğunu orada farkediyorsunuz. üç topu aynı anda söylemenizi istiyor ve ona göre uygun sırayla külahın üstüne diziyor. güzel yüzlü sıcak insanların memleketi italya'dan şimdilik bu kadar bildirebiliyorum sanırım. bir dahaki italya ve diğer seferlerimde yazmak umuduyla, istanbul'daki anneme babama, bu sayfanın diğer sesi, bir görsel ustası, renklerin adamına bana birkaç haftaki tembelliğimi yüzüme vurmadığı için teşekkür ederekten baharın gelmesi sevinciyle cümleyi de bitiremeyerek selam göndermeyi borç bilirim. bahar da geldi, ben de geldim.

kaldığımız ve kandığımız yerden devam!





p.s.: sonradan baktım, çektiğim fotoğrafları pek sevmedim, buğulu, yamuk yumuk çıkmışlar, zaten şarj etmeyi unuttuğumdan kafam atmıştı çoktan. o yüzden sadece leonarda usta'nın heykelini koydum, milano'yu da onunla hatırlayalım artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder