4.03.2012

zürih'li haftasonu

otobüsün titreyen buzlu camına kafamı dayamış yolda şeritleri saymaktayken (ki sağ tarafta oturduğum için bu sayı yol boyunca 1 (yazıyla: bir) idi) bir haftasonuna daha girmiş olduğumuzu fark ettim. midemde kusursuz bir baskı, geçen haftaki yazıya göz kırparcasına tuvalette roman bitirmeme sebep olacak sıklıklara sebep oluyordu. zürih şehrinin güneşli artı onbeş derecelik göl kenarı ikliminden almanya'nın sisli otobanına dönmüştüm. ağzımda dün geceden kalma bira tadı, (ilaç niyetine içilmiştir, malt değil tatsız bir pilsenerdir.) sağımda solumda uyuyan insanlar ve dümdüz otobanda nasıl becerdiğini bilmediğim takırtılı tukurtulu bi otobüs.
şehirlerarası otobüs yolculuklarını severim. ama burda o sevdadan bahsetmek istemiyorum. en azından şimdilik. durduğumuz mola yerlerinin (ki almanya'da tuvaletler standart olarak temiz) insanlarına takıldım. ne garip bir hayattır. ama o esnada almanya'dakileri değil de türkiye'deki mola yerlerini düşündüm. senin geçip giderken uğradığın onbeş dakikada yengen tost, ayran ve domates çorbası içtiğin yerlerdeki insanları. yolların değişmez parçaları ama yola hiçbir zaman ait değiller. sonra otobüs şoförlerinin de böyle olduğunu düşündüm. bi önceki yazıdaki fotoğrafın çekildiği yıllardaki hayalim aklıma geldi. otobüs şöförü olmak isterdim, beyaz kısa kollu gömleğim lacivert kravatımla yakışırdı bana o meslek. bi de güneş gözlüğü şart tabi. perona yaklaşırken havamdan geçilmezdi.

***

gel gelelim zürih şehrine. boğazlar'a, akan sulara hasret kalmış istanbullu insanlara her nehir gördüğünde aynı his geliyor. "vaaay, ne güzelmiş!" zürih'te o nehir bir de göle bağlanıyor, tadında da yenmiyor gerçekten. şehir müze gibi gezildiğinde güzel kareler veriyor, yakışıklı bi şehir. ancak oturup da bir yemek yiyeyim dediğinizde "öhööm, şey aslında o kadar da aç değilmişiz" yaklaşımlarına neden oluyor. dünya'nın en pahalı şehriymiş efendim kendisi, o da bu lafı korumak için elinden geleni yapıyor. bahnhofstraße'de yürürken sağınızda solunuzda lüküs markalar, sokaklarda rolls royce'lar, maybachlar, takım elbiseli insanlar, güler yüzlü isviçreliler.
üniversitesi ile de meşhur: ETH. şehrin tepesinde bütün şehri gören ve bütün şehre gerginlik veren bir ana binaya sahip. avrupa'nın en önemli teknik üniversitelerinden biri. biz de gittik üniversite öğrencileriyle takıldık, kaynaştık. gece öğrenci birliklerinin kuruluşunun yüzellinci yıldönümüymüş, elimizde meşalelerle yürüdük. hayatımıdaki önemli eksikliklerden birinin de bu olduğunu anladım. elinde meşale taşımak nasıl bir mutluluk veriyormuş insana, bir yerlere fırlatmamak, bir yerleri tutuşturmamak, taşkınlık çıkarmamak için zor tuttum kendimi. bu sayfanın diğer yazarına saygızılık etmeden bir fotoğraf eklemek isterim o geceden. zaten bu yazıyı böyle kuru kuru bıraksam o da bana kızacaktır o kadar gittin bi fotoğraf çekmedin mi diyerekten.


diğer fotoğraf ise şehrin belediye binasının kenarından çekilmiştir. nehrin üzerine konmuş bir belediye binası ve ilerde göle kavuşan zürih şehri.

zürih'e gidin, görmek şart. ama cebinizde paranızla veya sandöviçlerinizle gidin.
***
son olarak gecenin bir yarısı, parti mekanının yarı içilmiş biralar unutulmuş tuvaletinde pisuvarda iş görürken, ya yaptıklarımdan utanarak ya da halime kızarak can yücel'in şu şiirine yaptığım göndermeyi yanımdaki alman suratlı herifin yüzüne söyledim: "ne kadar pisuvara tükürürsek o kadar iyi!"
adam dönüp "was?" dedi. ben de "schöne party, weiterfeiern!" diye bağırdım, aynı tonda olmasına dikkat ederek.

2 yorum:

  1. Açı, renk, canlılık, atmosferi yansıtma başarıları yüzünden fotoğraflar için teşekkür ederim. Artı, bu sayfaya ne koyarsan koy(Bana doğru olmasın da!) asla saygısızlık olmaz; diğer patron da sensin burada, neş'enin istediğini koyarsın. Sevgi ve Saygılar

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim efem ben seninkilerin yanında sönük kalmasın diye demiştim.
    bu arada o serbest atış yazısı nereye gitti yahu, çok sevmiştik?

    YanıtlaSil